2000'li yılların başında Lyon sokaklarında dolaşırken; bir yandan korunmuş ve estetik olarak saklanmış, abartmadan süslenmiş kenti, diğer yandan da kent sokaklarında, ayrıştırılmış mahallerinde yaşayan göçmenlerin kendi hayatlarını izlemiştim. Ne gariptir ki, Lyon sakinleri yavaş yavaş kendi parçaları haline gelen bu insanları benimsemiş mi yoksa çaresizlikten mi kabullenmiş pek anlaşılmıyor. Radikal 'ret' çiler dışında dile getiren yok. 
Daha çok ilgilendiğim şey konuştukları dil oldu. Fransızlar akıcı dillerini asla İngilizceye kaptırmama uğraşı içindeler; İngilizce sorunuza Fransızca cevap veriyorlar. Ama Türkçe sorarsanız etraflarına bakınıyorlar; bir Türk var mı oralarda diye... Çoğunlukla da buluyorsunuz. 
Türkler -iş bulabilmek için- öğrenmişler Fransızcayı. Çalışmak ya da okula gitmek zorunda olmayanlarla tanıştım; tek bir sözcük öğrenmemişler. Düşünsenize 5, 10, hatta daha fazla bir süredir yabancı bir ülkede yaşıyorsunuz ve o ülkenin dilinde tek kelime bilmiyorsunuz... Gençler grubu ayrı bir sosyolojik tez konusu; yarı Fransızca, az İngilizce ve argosu Türkçe bir dil oluşmuş aralarında. Rap müziğin beden dilini, siyahi yabancıların imajını da ekleyin; işte yeni Franko-Türk nesil. 
Bunlar benim sokak ve kısa görüşmelerdeki gözlemlerim. Gündemimizdeki güneyden kuzeye ve doğudan batıya göç hareketlerinin sonrasında bu görüntü biraz daha farklılaşacak gibi görünüyor. Hangi dil konuşulacak, işte bu sorunun cevabı zor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar